Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 A r n i c e

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Arnice Iva Dejaris

Arnice Iva Dejaris


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 06/09/11

A r n i c e Empty
MesajKonu: A r n i c e   A r n i c e Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 7:41 pm

*Karşılıklı yapılan bir kurgudan olabildiğince birleştirilmiş bir rpdir. Yani iki rpnin birleşimi gibi gibi.

    Her gece, ayın kendini göstermesiyle birlikte başlardı her şey. Yatağın çarşaflarının içinde dört bir yana dönerken, çıplak tenini okşayan ay ışığıyla ile hareketlenirdi bedenini saran damarların içindeki kan. Hele bir de yıldızlar varsa... Yardımcı olurlardı, en derin uykusundaki cadıların arasından sıyrılmasına, kimi zaman sorunlarından kurtulmasına. Gündüzleri belli etmekten çekindiği şeyleri gece yaşardı kendi göz yaşlarıyla. Mutluluğunu ortaya koyup, hüznünü geceye saklardı gündüz vakti geldiğinde. Yalnız değilse de toplumun arasında, kavuşmayı beklediği tek zaman ay ile geçirdiğiydi. Bir tek onu arzular, penceresinin pervazından içeriye süzülmesini beklerdi. Güneşin bir anlamı yoktu ki. Her yeni güne aynı şekilde doğuyordu, istenmediği zamanlarda bile. Hiç yaşanmasını istemediği anlara mecbur bırakıyordu. Ay öyle değildi... Kimi zaman gösterirdi varlığının tamamını; çok nadir zamanlarda. Çoğu zamansa saklardı parıltılarını. Güneş gibi bencil değildi, gökyüzünü, yuvasını yıldızlarla paylaşırdı. Güneş, hep tek olmayı dilerdi, gündüzleri tek görülen, tek aydınlatan. Aslında kendini o'na benzetirdi; güneşe. Adım attığı yerde, ortamı canlandıran tek kişi olmayı. Kendisi olmadan bir şeyleri eksik hisseden insanlara sahip olmayı dilerdi. Bu sözcüklerin dudaklardan ilk döküldüğü anı hala hatırlardı. Soğuk bir kasım ayının, masallarla süslenmiş sabahıydı. Hayatı olduğu gibi, tüm anılarını o güne aktaran dedesinin kucağında oturduğu gündü. Belki de, daha o yaşlarda bencil olduğunun söylendiği ilk zamandı. Benliğini aramak üzere henüz yola çıkmamış, altı yaşındaki küçük bir cadının yolculuğunun ilk tohumlarıydı. Liselotte'u, bugüne, Slytherin'e taşıyan karakterin tohumlarının...

    Bencil, o yaşlarda anlaması zor bir kavramdı onun için. Açık pencereden içeriye vuran güneşi seyrediyordu yalnızca. Kulağından bir şekilde girmiş bencil kelimesinin güneşe ait olduğunu anlatmışlardı ona. Her şeyi elinde tutmak isteyen, hep en önde olmayı dileyen olarak. Sahiden bencil neydi? Gökyüzünde ışıldıyor olmak mıydı yoksa sarının bir başka deyişi mi? Kendisinin saçları sarıydı da, dedesi de onun için mi, "Güneş kadar bencilsin Liselotte" demişti? Minik ellerini göğsünde kavuşturmuştu, hala dedesinin kucağında oturmaktayken. Nasıl soracağını bilmiyordu. Ondan herkes çekinirdi. Çizgi filmde, daima iyi sonları getirmemekte direten kötü karakterdi onun için. Şirinlerde bulunan Gargamel, Hansel ve Gretel'deki kötü cadı... Dedesiyle ilk kez o gün tanışmıştı; doğumundan tam altı yıl sonra. Bir şeyleri oturup düşünebildiği andan beri, onu hayal etmişti. Kulaktan dolma bilgilerin hafızasında çizdikleriyle, Gargamel gibi bir burnu, dökük saçları ve dişleri fakat daha temiz, şık giyimli olabileceğini düşünmüştü hep. Ve şuan kucağında oturduğu adam, hayalinde bulunanın aksine, yaşın getirdiği olumsuzluklardan hiçbirini tatmamış gibi gözüküyordu. Yüzüne boş boş bakıyordu ki, o da gülümsüyordu küçük Lise'e bakarak. İyi yetiştirildiğini düşündüğü, ileride Slytherin cübbesinin içinde süzüleceğini söyleyip durduğu torununa bakarak. Lise ise o kadar emin değildi. Kalbinde nelerin gezdiğini henüz anlayamıyordu ki daha bencil kelimesinin anlamını bilmiyordu. Sorması gereken ilk soru buyken, heyecandan kalbinin hızlı atışlarını kendi bile işitebiliyordu. Her neyse, dedesine hiçbir zaman sormadı bencil kavramının tam olarak ne olduğunu. Aslında kimseye sormadı; bencillikle anılıp, bununla gurur duyanların arasında olduğunu fark ettiğinde, kendisinin de bir bencil olduğunu anladı. Kendi kimliğini çözmesiyle sonlandı küçüklüğünden kalma merakı.

    Uyuşuklukla yataktan dışarı atabilmişti kendisini. Geceye misafir olmanın tek bedeli, şu iğrenç, kulakları tırmalayan hırıltı seslerini işitmek zorunda olmaktı. Uyurken kendisinin kesinlikle böyle olmadığını düşünüyordu ya da olmamayı umuyordu. Bir kaç metre ilerideki, dedesinin ilk hediyesi olarak verdiği güneş desenleri işli sandığına doğru adım atmaya başladı. Bu gece, ne kendi yatağında olacaktı ne de bir başkasının. Tek istediği biraz olsun uzaklaşabilmek, içine attıklarını dışarı vurabilmekti. Kendine karşı dürüst olmaya başladığından beri her şey daha kolaydı. Onun gidişinden beri, yaşadıkları onca şeyi unutamıyordu işte. Her zaman umursamaz, onu deli etmeye çalışan ikiz kardeşi oynadığı için pişmandı. Onu kırdığı için, acısını hissettiği anda yanında olmadığı için pişmandı. İkizinin yanındayken bile, hissizi oynadığı için acı çekiyordu bedeninin her köşesi. Ve şimdi, o yoktu. Bir daha olmayacaktı da. Ne hissettiğini söylemese de anlayan birisini bulamayacaktı. Onun bununla sürten, birilerini küçümseme meraklısı Liselotte'un ardındakileri gösterebilecek olanı. Göz yaşının tuzlu tadını algıladı. Sahi ne zamandan beri dökmemişti göz yaşı? Bir kaç ay ya da daha uzun süredir. Henüz yatakhaneden, çevresindekilerden sıyrılmış olmadığını anımsayarak sildi göz yaşlarını. Burnunu çekti, göz yaşlarını geldikleri yere geri yollamak için boynunu geriye bıraktı. Şimdi daha iyi hissediyordu, daha iyi gözüküyordu. Sandığı açmak yerine, yalnız kalacağı bir yerlere gitmek istiyordu. Hemen, o anda. Ortak salona giden merdivenleri, parmak ucunda indi. Bu konuda başarılıydı, küçükken sırf zarif gözükebilmesi için baleye yollanmıştı. Becerebildiği bir şey varsa, parmak uçlarında çıt çıkarmadan yürüyebildiğiydi. Etrafta birinin olup olmadığını kontrol etti, ortama yayılmış sessizliği bozmadan ortak salonu terk etti. Kimse yoktu, her gece olduğu gibi. Biliyordu ki, gece herkesi misafir etmezdi. Yalnızca, bir şeyleri paylaşmaya ihtiyacı olanlara uzanırdı eli.

    Yıldızlar, derdini dinlemek için nerede bekliyorlarsa, oraya çağırıyorlardı Liselotte'u. Adımlarını yönlendirmesine gerek yoktu, ilerliyorlardı zaten komuta gerek olmadan. Ondan daha iyi biliyorlardı nereye gittiklerini. Geçtiği uzun koridorlar boyunca kimseye rastlamamışlardı. Sanki ölüm sessizliği sarmalamıştı dört bir yanı. Uykunun, yaşadıkları sınırlı günleri alıp götürdüğünü bilseler büyük ihtimalle buralar cadı ve büyücü kaynıyor olurdu. Başkasının ne yaptığı umurunda değildi, ilerlemekte olduğu yolda ilerliyordu. Ritmik adımlarla, merdivenleri iniyor, uyumakta olan tabloları selamlıyordu. Onları uyandırıp, meraklı sorularına maruz kalmamak adına, çıt çıkarmama konusundaki özenini koruyordu. Gecenin kendini sürüklediği yer; boş derslikti. Gıcırdayan kapıyı ittirdiğinde yüzündeki ifade bir anda değişti. Güçsüz Lise'i kimseye göstermek istemiyordu, gösteremezdi. Yüzüne her zamanki meraklı, sorgulayıcı gülümsemeyi koydu. Orada ne olduğuna dair söyledikleri umursamadan ilerliyordu; çünkü kendisi de oraya neden geldiğini bilmiyordu. Adımlarının onu buraya sürüklediğini söylese, inanmayacağını biliyordu. İnatçılığa vuruyordu, üzerine doğru ilerlemeye devam ediyordu. Kaçışı olmadığını bilmeliydi ki anlamıştı. Yanında onun için yer açtı. "Yüksekten korkmazsın sanıyorum." Korkmazdı. Kendini ele geçiren hüzün ve birini kaybetmekten korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmazdı. Vereceği cevap kısa ve özdü. Söyleyebilecek çok bir şey de yoktu. Karşısında duran genç büyücünün gözlerine baktığında, hüznü görebiliyordu. Hüzün, ona en tanıdık duyguydu şu son günlerde; ama şimdi kendininkini bir yana bırakmalıydı. Oturup dertleşmek aklının ucundan bile geçmemişti. Aslında o ruh halinde bile, Sturm'da gözüne takılan şey, yunan tanrılarını aratmayacak yakışıklılığıydı. Ah, Liselotte her zaman nasılsa, bu gece de öyleydi işte. Dudaklarını ıslattı; bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. 'Tabii ki de korkmam ayrıca abartma, o kadar şişko olduğumu veya dibimde olursan seni yiyeceğimi filan sanmıyorum.' Pencere pervazının en köşesinde oturduğu için söylemişti bunları. Eh, bir de ortama yayıldığını hissettiği olumsuzluğun izlerini geride bırakmak için.


~

    Umutsuzluk, bedeni sarmaladığında hüzün çökerdi bedenin her köşesine. En neşeli olanı bile sömürürdü, çekerdi kendi karanlığına. Zihninde dolanan olumlu şeylerden sıyırıp, getirirdi çaresizliğin en kenarına. Evet, belki belli etmiyordu canının yandığını, içinde bir şeylerin eksik kaldığını, mutluluğa uzaklığını. İçinde yaşıyordu her şeyi. Kim sürekli gülümsemeyi başarabilirdi ki, içten? Kim göz yaşı dökmeden yıllarını geçirebilirdi? En kalpsiz, ruhsuz denilen bile ağlardı, bunu herkes bilirdi. Eğer herkesin ortasında belli etmiyorsa hislerini, duygusuz olarak çıkardı adı; ama yalnız ağlardı, bilinmezdi. Lise de öyleydi işte. Gündüzleri yüzüne geçirdiği maskesinin düşmemesi için oyunlar çevirirdi. Mutsuzluklarını silmek uğruna, birine yakınlaşıp incinmemek adına yeni heyecanlar arardı dört bir yanda. Çevresindekilerin mutsuzluklarından keyif alıyormuş izlenimi vermek için çırpınırdı, kimi zaman gerçekten alırdı da. Gülümsemek için bir nedeni olmadığında, onu özendirecek şekilde kahkaha atanlara bir tokat patlatmak gelirdi içinden. Yaptığı da olmuştu. Boşluğa uzanan gözlerinin önünde canlandı anılardan demetler. Koridordan bir kare geldi önce, ardından silik üç siluet. Biri Liselotte'un ta kendisiydi; her zamanki kırmızı rujuyla renklendirdiği dudakları aşağıya doğru sarkık, yüzünde eksikliği fark edilen gülümsemesiyle tam köşede duruyordu. Yalnızca bir kaç adım ötesinde ise, kızıl saçlarını parmağına dolayıp, sürekli kıkırdayan, karşısındaki Hufflepufflı büyücüye kur yapmaya çalışan cadı vardı. Kahkahaları kulağına öyle doluyordu ki, yankılanıyordu adeta. Gözlerindeki ilk kare karardı, bir diğeri geldi. Liselotte, ellerini cadının kızıl saçlarına daldırmış, elinde tutamlarla, o mutsuzken atılan kahkahaların hesabını soruyordu. Bazen bu dünyada yaşamayı hak etmiyorcasına vahşi hissediyordu kendini. Toplum içine karışıp, muhabbet kuramayacak kadar uzak. Kendi benliğini tanıyamayacak hale geliyordu. Ne iyi olanı dışa vuruyordu, ne de hırçın olanı. Dışarıya gösterdiği tek şey, yıllardır yüzüne tam oturan maskeden ötesi değildi.

    İkizi yokken kimi kızdıracağını bile düşünemiyordu. Mutluluğunu paylaşacak birini aradığında, ona el uzatacak, 'Buraya gel' diyerek kollarıyla sarmalayacak bir başka büyücü veya cadı tanımıyordu. Ivan, buradan, dünyadan ayrılmadan önce, aynı şeyleri hissederlerdi şüphesiz. Hala onun bir yerlerde var olduğuna dair içinde bir şeylerin harekete geçmesini beklediği anlar oluyordu. Yatağın içinde çaresizce dönüp dururken, kulağına onun tarafından fısıldanan ismiyle ürperiyordu. Sanki her dakika, her an, her yerde hatta yatağında yanında uzanırken bile hissediyordu onu; hissetmek istiyordu. O ikisinin paylaştıkları, kardeşlikten, ikiz olmaktan her zaman ötede olmuştu. Kan bağı olanların paylaşamayacağı şekilde bedenlerini dahi paylaşmışlardı. Onun, karşı cinse ilgisi olmadığını bile bile zorlamıştı Lise. Denemekten bir şey olmayacağına dair milyonlarca şeyle aklına girmişti. Şimdi pişman olup olmadığı sorulursa, pişman değildi. Onunla on altı yıl içinde yaşayabilecekleri her türlü şeyi yaşamaya çalışmıştı. İleride dönüp baktığında anımsayıp gülebileceği şeyler yapmaya çabalamıştı. Yalnız olmazsa, yanında omzuna yaslanıp geçmişini anlatabileceği biri olursa, Ivan ile ne yaptılarsa anlatacaktı. Daima yaşıyormuş gibi, kalbinde, sağ yanında, bir hafta öncesine kadar inanmadığı şekilde korucuyu meleği olarak taşıyacaktı. Bir bedende iki ruh yaşıyormuşçasına, yaşatacaktı her an ikizini. Gözlerinin yine dolduğunu hissedebiliyordu. Ivan adının beyninde yankılanması yetiyordu zaten; fakat emin olduğu tek bir şey vardı ki, Lise'i böyle görmek istemeyeceğiydi. Ağlamazdı, Sturm varken asla yenik düşmezdi içinde kıpırdanan, dışarıya çıkmaya çabalayan acıya. Asla indirmezdi yüzündeki maskeyi. Maskesi, yalnızca gülümsemesini sağlardı, bunun için oturtulmuştu suratına. O maskeyi düşürmekse, intihar girişimi kadar berbat olurdu. Kendini düşünmeyi bırakıp onun gözlerine baktı. Havada hüznü koklamıştı zaten. Mutsuz olan yalnız kendisi değildi. Bir şeylere sıkkın, bir hayli sıkkın, olduğu belliydi. Soru sormak istiyordu elbette; ama onu kaçırmaya da niyeti yoktu. Geceyle baş başa kalmak istediğini zannediyordu daha bir kaç dakika öncesine kadar; ama yalnız kalmak şuanda en son istediği şeydi. Korkuyordu işte, yalnızlıktan. Hemen şurada bedenini ikizininkinin yanına yollamak istiyordu. Sakladığı ruhuyla yaşamakta olduğu hayattan kurtulmak, ızdırap çekmemek daha fazla... Ah, yine fazla melankolikleşiyordu, olması gerekenin aksine.

    Sturm konuşuyordu, farkındaydı. Ortamın fazla sessiz olduğunu anlamış olacak ki, özür tarzı şeyler diliyordu. Sahiden, Lise'in olduğu bir yerde bu kadar sükut tuhaf kaçmış olmalıydı onun için de. Şuan büyük ihtimalle gülüp, alaycı ifadeler kullanıyor olmalıydı ya da küçümseyen mi demeli? Her neyse de, normal Lise, şuan burada böyle sessizce oturmazdı, oturamazdı. Mutlaka bir şeyler söyleme isteğiyle kıpırdanır, sorununun ne olduğunu sorgulayıp dururdu. O an tek istediği, üzerindeki ağırlığı bir kenara fırlatmasına yarayacak bir şeylerdi. Ve birde, Sturm'un son cümlesine istemsizce kıkırdamıştı. Güldüğü söylenemezdi, çünkü onun gülüşünü bilen gerçekten iyi bilirdi. Tek bir kahkahasıyla sessizliğin büyüsünü bozuverirdi. Kimi zaman bir gülüşüyle, karanlık odayı aydınlattığı bile olurdu; içten güldüğünde. Kasvetin çöktüğü boş derslikte geçen yaklaşık on dakikanın ardından kıkırdaması bile bir ilerleme sayılabilirdi. İçini karartan bulutların yavaş yavaş dağıldığını hissediyordu. Gözlerini odada kilitleyecek bir yer arıyordu. Muhtemelen, ya Sturm'un dudakları olurdu ya da pencerenin ötesinde, dışarıda bir yerler. Ya da ay ve yıldızlara... Ki aydan yana kullandı tercihini. Yalnızlığının her anında bakmaktan usanmadığı, geceyi paylaşan tek arkadaşına. Daha önce de bahsettiği gibi, güneşin aksine bencil olmayan arkadaşına. Sahip olduğu tek arkadaşına... Arkadaş kavramını bile telaffuz etmek zordu onun için. Arkadaşlığın ne olduğunu kavradığı tek bir kişi girmişti hayatına; kim bilir belki daha fazla arkadaşı olmak istemediği için terk etmişti onu? Bunu daha önce hiç düşünmemişti. Aslında artık düşünmek istemiyordu da. Dağılan bulutların arasından, parlamaya hazırlanan içindeki aya engel olmayacaktı. Yenilmeyecekti olumsuzluklara.
    Belini kavradığını hissettiği el ile ürperdi. Titredi, tüylerinin diken misali olduğunu hissetti; ama iyi gelmişti bu dokunuş. Bir parça daha azalmıştı karamsarlık duygusu. Tıpkı ikizi gibi sarmalamıştı onu. İncitmekten korkar gibi, nazikçe. Dudaklarının hafifçe kıvrılıp, masum bir gülümsemeyle teşekkür ettiğini gördüğünü umuyordu Sturm'un. Ona minnettar bile olabilirdi şuanda. Başını omzuna yaslamasının o anda ne kadar doğru olacağını düşünüyordu. Lise ne zamandan beri bir erkeğe yaklaşırken düşünüyordu o ayrı bir mevzuydu tabii ki; ama bu hareketinin aşırıya kaçabileceğinin farkındaydı. Yalnızca bacağını bir kaç santimetre daha yana kaydırarak onunkine temas etmesini sağladı. Yanında birinin olduğunu daha iyi hissettiriyordu işte bu. Bedenlerinin sıcaklıklarını paylaşıyorlardı adeta. İçinde buzlar çözülüyordu. Tam gözlerini bir süre kapayıp, dinlenmeyi hayal ediyorken belinden kayan elin sol yanına uzandığını fark etti. Ani bir hareketle, karnına yerleştirdiği elini, Sturm'un elinin üzerine bastırdı ve elinin altındaki sert kağıt parçasını kaptı. Görebileceği şekilde önüne getirdi ve bir süre inceledi. Sturm fotoğraftı elinden hızla kaparken, kim olduğunu dahi anlayamamıştı ki Lise sormadan cevabını aldı.

    Bir kardeşi olduğunu bilmiyordu. Gerçi onun hakkında Ivan'ın bahsettiği haricinde hiçbir şey bilmiyordu. Zorla bir araya getirildikleri bir kaç buluşma haricinde, konuşma zahmetine bile girmemişlerdi; ama söyledikleriyle onu kendine daha yakın hissetmişti. Öyle ki yanağından süzülen göz yaşına doğru uzandı parmağı. Silip, elmacık kemiğinin tam üstünü hafif dokunuşlarıyla arındırdı yaşlardan. Biraz daha sokuldu, aralarındaki boşluğu kapattı. 'Ne diyebilirim onu bile bilmiyorum biliyor musun? Ve cümlemin çok saçma olduğunun da farkındayım. Ivan da yok artık Sturm. O günden beri ağlayıp, çevremdekilere deli gibi bağırıp çağırmak istiyorum. Hiçbirinin umurumda olmadığını göstermek istiyorum; ama yapmıyorum. Çünkü Ivan beni öyle bilmezdi, kimse de bilmiyor ki kimsenin bilmediği bir Lise gibi davranmamı da istemezdi. Onun istemediği şeyleri yapmam, onu incitmekten korkarım.' Bir süre duraksayıp iç geçirdi. Göğsü şişti, bir kaç saniye içinde geri indi. Konuşmasını sürdürdü. 'Bana deli diyebilirsin ama hala bir yerlerden gelip beni gözetlediğini düşünüyorum. Geceleri yatağımdan çıkıp, başkalarının yataklarındayken, sanki yanı başımda durup bana söyleniyormuş gibi hissediyorum. Neyse, biraz daha iyi hissetmen için her şeyi yaparım, biliyorsun. Ivan sana gerçekten önem veriyordu Sturm. Benim senin hakkında söylediğim saçma sapan onca şeye rağmen...' Evet, onun hakkında saçma sapan şeyler uydurup Ivan'ın beynini ele geçirmeye çalışmıştı defalarca. Belki Sturm'u elde etmek istemişti, kim akıl erdirebilir ki sürekli değişip duran Lise'in işine? Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Elini sırtına koyup dostça sıvazlamak mı yoksa bir parça daha ileri giderek dudaklarını onunkine bastırmak mı? Yapacaklarını yönetemiyor gibiydi. Zihni değil, başka birisi ele geçirmişti hareketlerinin kontrolünü. Hala düşünme aşamasındayken, dudaklarını onunkilere yaklaştırdı ve yalnızca öpücük kondurdu. Nefesini kesecek türden bir şey değildi. Sadece öpmüştü işte. Belki bir işe yarar düşüncesiyle. Bunun Ivan'a ihanet olduğunu düşünmüyordu. Kimsenin ardından yas tutmasını istemeyeceğini düşündüğü gibi. Gecenin karanlığında en beklemediği kişiyle, pencere pervazında yaptıkları bu konuşma, adeta Lise'in bir değişimin köşesinde olup olmadığını sorgulatıyordu insana ister istemez...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Melanie Lenard

Melanie Lenard


Mesaj Sayısı : 33
Kayıt tarihi : 06/09/11

A r n i c e Empty
MesajKonu: Geri: A r n i c e   A r n i c e Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 8:36 pm

    & Dil Bilgisi Kurallarına Uyum; 5 puan.
    & Rpgnin Kurgusu; 13 puan.
    & Anlatım Biçimi; 14 puan.
    & Renklendirme; 5 puan.
    & Anlatım Bozukluğu ve benzeri hataların olup olmaması; 10 puan.

    Puanınız;
    50/47.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
A r n i c e
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 ::  Toplumsal Parşömen * :: ROLE PLAY SALONU :: Puanlama Merkezi-
Buraya geçin: