Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Cloud the chosen one"

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Cloud C. Caelvious




Mesaj Sayısı : 4
Kayıt tarihi : 07/09/11

Cloud the chosen one" Empty
MesajKonu: Cloud the chosen one"   Cloud the chosen one" Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 11:08 am

Uzun uzun uluyan kurtların kendine has rapsodisinin eşliğinde köknarların arasında ritmik adımlarla ilerlerken, gözleri sık sık etrafındaki çalılara takılıyor, çevresinin onun için ne kadar güvenli olduğunu sorguluyordu. Elbette bu canı için duyduğu bir endişe değil, sadece yalnızlığından emin olma arzusuydu. Bir saatten fazladır yamaç yukarı yürüyordu ancak bedeni henüz yorulma belirtisi göstermemişti. Hoş, o yorulmazdı. Arboreum’un, ruhu okşayan o gizemli, karanlık atmosferi, gökteki ayın da desteği ile onu anbean dinlendirirken, o gizli inziva mekânına ulaşmak üzere oluşunun heyecanını tadıyordu. Yüz metre kadar daha yolu vardı, bunu net olarak söyleyebiliyordu, çünkü son doksan yıldır neredeyse her gün oraya giderdi.

Bir karganın acı ötüşünün duyulduğu anlarda son dönemeçten döndü ve karşısında aşinası olduğu büyük kayayı gördü. Dizlerini biraz kırıp kendisine yetecek hızı aldı, ardından zıpladı, kayanın yüksek bir noktasına kadar. Kendi elleri ile yaptığı oyukları buldu eli ve o kendini yukarı çekerek tırmanmaya başladı. Gittikçe azalan bir eğimle tırmanmayı sürdürdü, ta ki en üst yüzeye ulaşana kadar. Ardından kendisini küçük bir kayalık karşıladı. Sağ eli ile destek alarak birkaçının üzerinden atladı, ardından hızlı adımlarla kayaların üzerinden zıplayarak ilerlerdi. Yaklaşık bir yirmi metrenin ardından yabani otların gizlediği girişi yakaladı gözleri. Ancak onun öyle kolay bulduğu gibi açıkta bir yer değildi burası, sadece o artık buranın bir parçası olduğundan rahat buluyordu.

Mağarada kendi ayak seslerinin uçuk ritmi eşliğinde derinlere doğru ilerlerken çevresini kolaçan etmeye son vermişti. Burası gayri resmî bir şekilde ona aitti ve buraya kimse gelemezdi. Ruhunu dinleme ve iyilik güdülerinden arınmaya fırsat bulduğu bu mağara, konuştuğu, kendini anlattığı bu duvarlar onun bir parçasıydı. Yaşlı Nigra hayatında belki de ilk ve son kez bağlılık duygusunu duyuyordu bu mağaraya. Kendisine, yer üstünde bulabileceğine inanmadığı huzuru veren bu taş duvarlar ona en dayanıklı sığınak gibi geliyor, kimi zaman iyi bir dost, kimi zaman derdini dinleyen bir sırdaş oluveriyordu. Elbette, Lex ne bir dosta ne de bir sırdaşa ihtiyaç duymuştu ömrü hayatında. Zaten dost diye tanımladığı duvarlar da hayvan ölülerinin kesif kokusunun üstüne sindiği yosun tutmuş kayalıklardan başka bir şey değildi.

Mağaranın küçük odaları andıran oyuklarından birine girip, daha önceden getirip orada bıraktığı mindere bıraktı kendini, ardından dirsekleri dizlerindeyken ellerini suratına kapattı. Çevresine bu denli kayıtsız bir profil çizmek, duyguları reddetmek, olduğu şeyden farklısını göstermek zordu. Her ne kadar Lex bunların hepsini başarılı bir şekilde gerçekleştirse de taşıdığı yük göründüğünden fazlaydı. Yoruluyordu, belli etmemek için elinden geleni ardına koymasa da yüzyılı aşkın bir ömürün getirdiği tecrübeler olmasa yaşadıkları kaldırılır şeyler değildi. Üstelik ailesi yüzünden taşıdığı kan bulanıktı ki bu çevresinde özellikle de Nigra camiasında ona kocaman bir dezavantaj durumundaydı. Ancak o bütün ömründe bunlar ve bunlar gibileriyle mücadele etmemiş miydi?

Mağara oyuğundan gelen ses ile aniden irkilerek doğruldu. Ses mağaranın geniş sahanlığından gelen ufak bir tıkırdamaydı. Taşların birbirine değme sesini andıran bu ses Lex’i bir anda alarma geçirdi ve ayağa kalkıp sese doğru yönelmesine sebep oldu. Hızlı ama alabildiğine sessiz adımlarla sahanlığa açılan dar geçitten geçti, ardından sırtı duvara dayalı, bir süre bekledi. Birkaç saniye? Evet, belki de. Sesin son yankısı da sessizliğe karışırken Lex bir anda sahanlığa atıldı ve gür sesinin mağara da yankılanmasına izin verdi. “Kıpırdama!” Elleri önüne doğru uzanmıştı, kanının teni altında fokurdadığını hissedebiliyordu. Bilinçli olarak “irade” gücünü kullanıyordu ama karşılaştığı manzara beklediğinden çok daha farklıydı. O ki, ifadesiz suratı ile camiaya nam salmış bir katil, ifadesinin bir anlık titremesine engel olamadı.

Karşısında kendisinden son derece emin bir duruş sergileyen genç bir kadın duruyordu. Birinin dış görünümüne bakarak Nigra olduğu kanısına pek nadir varılabilirdi, ancak yılların verdiği tecrübeyle bu kadının Nigra olduğu Lex’in ilk izlenimlerinden olmuştu. “Emir almaktan hoşlanmam.” Derken kadının sesindeki güç, kelimelerinin duvardaki aksinden dahi kolaylıkla anlaşılıyordu. İşin rengi değişmeye başlarken, olasılıkları düşünmeye başlamıştı Lex. Bu kadın, kendisinin bilmediği bir sebeple onu takip etmiş olabilirdi. Çılgın bir gezgin olup, burayı tesadüf üzeri keşfetmiş olabilirdi. Ya da buranın Lex’e ait olduğundan habersiz olarak, daha önce buraya gelmiş, şimdi de bu ziyaretini yinelemişti. Her ihtimalde de bu ziyaret Lex’in hiç hoşuna gitmemişti. Kadına doğru tekinsiz bir adım atarken hâlâ öne doğru uzanmış vaziyetteki kollarını göğsünde birleştirdi. “Oysa ben emir vermekten hoşlanırım.” Sesinde kendine has güven dolu bir tını vardı. Kelimeleri az öncekiler gibi azalan bir güçle duvarlarda yankılandı. “Burası benim bölgem ve burada ne aradığınızı bilmek istiyorum.” Fazla diplomatik kelimeler seçtiğini fark ettiğinde ağzında acı bir tat hissetti ve yere tükürmemek için kendini zor tuttu. Yüz kasları kadını gördüğü ilk anki gevşemesinin ardından kendini tekrar toparladı ve daimi yüzünde bulunan sert halini aldı.

Düşünceleri kendisinden bağımsız nadiren işlerdi ve o an bu nadir anlardandı. Yıllar öncesine gitti düşünceleri aniden. Onu gördü, Lilie, zarif yüz hatları, çekici vücudu ve baştan çıkaran ses tonu... Garip bir şekilde karşısındaki kadın ona Lilie’yi anımsatmıştı. Neredeyse kalbini vermek üzere olduğu genç kadın… Bir hftaya yakın sürmüştü beraberlikleri, başta tamamen fizikseldi bütün olay. Kendini bilmez birkaç gece, alkolün tavan yaptığı bedenlerin hayvansal içgüdülere kapılışı, onlar sadece birbirlerinin bedenlerine muhtaçtılar. Zaten bir hafta kadar sonra Lilie ortadan kayboldu. Bir daha izini bulmayı başaramadı arkasında bıraktığı genç adam.

Düşünceleri hiçbir zaman yüz ifadesini etkilemezdi. Az önce aklından geçenlerin de yüzünden yansımadığı konusunda kesin bir inancı vardı ve bunun rahatlığıyla belki de kolaylıkla sıyrıldı düşüncelerinden. Bakışları hala genç kadının gözlerindeydi. Bir an istemsiz olarak dudaklarına baktı, Lilie’ninkiler kadar dolgun, albenisi olan dudaklar. Ama daha fazla bu iki kadın arasında benzerlikler üzerine düşünmemeliydi. En dayanıklı iradenin bile bir sınırı vardı, kontrolü sürekli elinde de tutmak istiyorsa bu sınırdan da uzak kalmalıydı. Yönlendirmekte hiç zorluk çekmeden, düşüncelerini genç kadının söylediklerine verdi.

Sözleri karşısında kayıtsız profilini korumakta ısrar eden Nigra gerçekten sinirlerini bozmaya başlamıştı artık. Yüz ifadesi nadir zamanlarda değişirdi ve çoğu zaman mimimkleri kayıtsız şartsız onun kontrolünde olurdu ancak bu anın o zamanlardan olduğundan emin olamıyordu.

“Buranın sana ait olduğuna dair hiçbir işaret göremiyorum ve neden geldiğimi söylemeyi de düşünmüyorum. Emir almayacak birine çattığın için üzüldüm.” Kelimeler dudaklarından sihir gibi usulca dökülürken midesinde ufak bir sızı hissetti Lex. Yüz kasları her saniye kontrolünden biraz daha çıkıyordu. Yumrukları iki yanında bir taş gibi sımsıkı halde bekliyordu. Herhangi bir kadına öylesine vuracak değildi ancak gerekirse gücünü göstermekten çekinmezdi. Bakışları buğulanan kadın duraksamasa, bu güç gösterisini başlatması gerekebilirdi. O da durdu ve usulca bakışlarını kadın üzerinde gezdirdi. Keten, bol bir pantolon, koyu gri rengi ile ona bir turist havası katmıştı. Hemen üzerinden giydiği siyah bol bluzu birçok yerinden yırtılmıştı ancak bunun moda mı yoksa kaza eseri olduğunda karar veremedi. İlk dialogları bu kadar keskin olmasa bu kadından ilk bakışta etkilenebileceği geçti biran aklından ancak bu fikir ve getirisi olan duygular ona tamamen ters geliyordu. Bu doktor tarafından önerilmemiş ilaçlar onun bünyesinde alerji yaratabilirdi.

Bir müddet bekledi ardından kadının bakışları tekrar netleşti ve mağaranın derinliklerine doğru birkaç adım attı. ‘Bu kadarı fazla!’. Kadının kolunu var gücüyle kavrayan Lex birbirine karmaşık bağlarla dolaşmış düşüncelerinin arasından birkaç kaba söz ve tehdit seçebildi. Ancak sözler dudaklarından dökülemeden hiç beklemediği bir şekilde kadın kendi ekseninde döndü ve göğsünden iterek Lex’i duvara çarptı. Sırtı sert bir şekilde çıkıntılı duvarla buluştuğunda, şaşkınlıktan söyleyeceklerini de unutmuşken bir de dudaklarına kapanan dudaklar bilincinin son duvarlarını da yıkıvermişti. Asla kendini şimdiki kadar savunmasız hissetmeyen Lex ne yapacağını bilmezken, kadının kendine çeken dudaklarının kontrolüne usul usul girdiğini fark etmiyordu. Farkettiğindeyse bu geri dönüşü yokmuş gibi görünen yolda kendini bulamadı. Kaybolmuştu. O yoktu. Başka kimse, hiçbir şey yoktu. İtaatkar bir biçimde kadının öpücüğüne karşılık verirken, sol göğsündeki hareketliliğin sebebini anlamadı.

Kadın dudaklarını geri çekip, kesik kesik nefes alırken, tatlı nefesinin dahi kendisini etkilemeyi başardığını inkar edip duruyordu kendine. "Hayır, hayır! O bir yabancı. Güvenilmez. Güvenmemeliyim.” Ama çok geçmeden duyguların yine kendini alt ettiğini fark etti ancak bu sefer bu yenilgiyi kucaklar gibi kabullendi. Kadını boynundan tutarak önce biraz ileri sürükledi, ardından döndürdü ve bu sefer kadının sırtı duvara gelecek şekilde tekrar duvara yanaştı. Öpücük ritimli bir hale geldiğinde elleri boynunu serbest bıraktı. Ellerini kadının kafasının iki yanında duvara yaslarken bu anı kendi içinde sorgulayıp duruyordu. Neden o? Neden şimdi? Neden?

İkinci bir nefes molası için dudaklarını geri çektiğinde, nihayet duygularını kontrol altına alabilmiş ve kendini büsbütün geri çekmişti. Kolları iki yanına cansız gibi salınırken, boynu sağa devrildi ve sarsak adımlarla kadının yaslı olduğu duvarın karşısındaki duvara doğru ilerledi. Kendini duvarın dibine bırakırken gözleri kadının gözlerinde sabitlenmişti. “Kimsin?”


Kadın bir süre kıpırdamaksızın yaslandığı duvarda kaldı, bu müddet zarfında da bakışları Lex’inkiler ile, ortalarında bir yerde dans ediyordu. Uzun uzun birbirlerini süzmüşlerdi. Tanımak için mi? Belki. Genç kadın olduğu yere çöktü, dizlerini katladı ve kollarını etrafında doladı. Bu şekilde az önceki hallerine göre komik sayılabilecek bir tezada ev sahipliği ediyordu. Ne kadar masum, savunmazsız…

“Sadece… Audrey.” Audrey… güzel isim. Düşüncelerini kadının vucudundan alamayan Lex, az önceki anın çarpık görüntüleri yerine bu ismi döndürmeye başladı beyninde. Neden olduğunu kestirememişti ancak her nasılsa bu kadınla yaşayıp yaşayacakları burada kalmayacak gibi hissediyordu. Daha sonra da buluşacaklardı. Sonra bir daha, belki bir kez daha…

“Peki ya sen?” kelimeler soyutlanmış olduğu ortamdan geliyordu ve kendisini de o ortama çekiverdi. Lex zihninde oluşan düşünce bulutunu dağıtıp kadının yüzüne odaklandı tekrar. Çılgın bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi, özenli yüz hatları, kusursuz çenesi, boynu, kavisli, ince ama güçlü kolları… Kadını baştan aşağı bir kez daha süzdü. Baktıkça bir kat daha etkileniyordu!

“Lex. Basit bir isim aslında. Kim olduğumu biliyor sayılmam. Ya da sen... Sen de bilmiyorsun. Kimse bilmiyor. Sadece birer yanılsamaya sarılıyoruz. Aslında sarılıyorlar. Ben değil, ben kabullendim çoktan. Kim olduğumu bilmiyorum ama kim olmadığımı ya da olmayacağımı iyi biliyorum.” Kadına kendini ifade etme ihtiyacı duymuş olması da anın garipliğine şahitlik ediyordu. Yanlış olan bir şey vardı. O öpücük, bakışlar, hepsi yanlıştı. Olmaması gerekiyordu, en azından bu şekilde değil. Ancak beyni hiç olmadığı kadar karışmıştı ve aradığı cevaplara ulaşmak konusunda zorluk çekiyordu. “Her neyse. Burayı nasıl buldun? Yani gizli bir mekan-dı, sen bulana kadar. Anlaşılan güvenlik konusuna biraz kafa yormam gerekecek.” Kadının çehresine kayan bakışlarına bir kez daha engel olamadı. Olmuyordu. Bu kadının karşısında nedense bütün doğruları yanlış oluveriyordu. Bir sorun vardı. Bir sorun. Ama nerde? Ya da… kimde?

Gözleri açık halde kadına odaklandı. Genelde bu işi yaparken –psişik trans- gözlerini kapatarak konsantrasyonunu arttırdı ancak bu durumda da savunmasız kalmış olacaktı. Zihin boyutunda ilerleyip kadınınkini buldu. Düşünceleri normalden daha kalın bir bariyerle korunuyordu. Öyle ki bariyer Lex’de yapaylık izlenimi bıraktı. Yapay… Tabi ya! O da İrade’ye sahipti. Elbette bu şuan ki garipliği tek başına çözümlüyor sayılmazdı ama beraberindeki sorular sayılabilirdi. Kadın İrade’yi kullanıyor muydu o an? Aklından ne geçiyordu?

Kadın Lex’in ufak ziyaretinden haberdar olmuştu elbette, öyle ki bakışları daha keskin bir hal alırken ses tonundaki gücün de arttığını fark etmek zor değildi. “Çık beynimin içinden.” Basit ve anlaşılması kolay bu emir cümlesi Lex için pek bir etkiye neden olmazken, herhangi birinin bu ses tonunda korkabileceğini düşündü. Bu kadına dair tanımlayamadığı birkaç şeyden biri de sesinin nasıl bu kadar güçlü çıkabildiğiydi. Gerçekten etkileyici…

“Benim de bir yanılsamaya mı sarılmamı tercih edersin?” derken duvarın dibindeki adama doğru yürüyordu. Ses tonu anbean biraz daha güçlenirken ortamın biranda soğuduğunu fark etti Lex. Yüz ifadesinde gözle görülür bir değişim olmazken, içten içe bir ürperti duymaktan da kendisini alamadı. “Merak ettiklerini bana sor, bir daha zihnime sakın yaklaşma.” Genç kadın şimdi kendisine fazlasıyla yakındı. Şimdi sesi, gökyüzünden yıldırımlar saçan tanrıların babasının gücüne sahip gibiydi. Şimdi gerçekten ürkütücüydü. Ancak yüz ifadesi hala sırtını verdiği duvar kadar hareketsiz olan genç adam –sadece görünüş bu- hızla oturduğu yerden kalktı, bu halde genç kadına bir miktar daha yaklaşmıştı ve kelimenin tam anlamıyla burun burunalardı. Yüzünü gıdıklayan nefesinde adamı kendisine çeken bir etki barındıran kadın gözlerini doğrudan adamınkilere sabitlemişti. “Amacım bilgi edinmek değildi. Deneme diyelim. Bir “zihindaş” bulduğuma sevindim açıkçası.” Zihindaş kelimesini vurgulayarak kullanmıştı. Evet gerçekten de zihinleri faslasıyla birbirine benziyordu. Zihnine baktığı birkaç saniyede bunu anlamıştı Lex. Yüzünde yarım yamalak bir gülümseme seğirirken bu yüz ifadesini daha önce ne zaman kullanmış olabileceğini düşündü. Ah, hayır. O gülmez ya da gülümsemezdi, ancak bu genç kadının yanındayken nedense kendine hakim olamıyor ve kendisini bile şaşırtacak davranışlarda bulunuyordu. “Sahi merak ettiklerin demişken, bu konuda beni biraz daha aydınlatabileceğini umuyordum. Kendin konusunda yani. İsmin dışında.” Gülümseme biraz daha büyür gibi olmuştu ancak hala bir gülümseme sayılabileceğinden emin olamıyordu genç adam. Sonra kadının bileğine hafifçe dokunup mağaranın içine doğru yöneldi. Bu tam olarak “Gel biraz, seninle biraz daha konuşmak istiyorum” anlamına geliyordu. Nitekim kısa birkaç adımın ardından kadının ayak sesinin mağarada yankılandığını duydu.

Birbirinin birebir eşi onlarca kaya ile özel olarak örüşmüş hissi yaratan duvarların arasında ilerlerken aralarındaki sessizlik sadece ayak sesleri ile bölünüyordu. Arkasına bakmasa da genç kadının kendisini takip ettiğini bilen adam, onu mağaranın daha huzur verici bölgesine, oyuğa götürüyordu. Dağın, girişin bulunduğu değil de diğer tarafı dik bir yamaçtı. Bulundukları mağaranın diğer bir çıkışı da bu yamaca bakıyordu ancak giriş çıkış amaçlı kullanılamayacak kadar dik bir konumdaydı. Yine de Lex, huzur aradığı bazı anlarda bu mağaraya gelir, o, önlerindeki eşsiz vadinin manzarasını kusursuz bir şekilde sunan oyuğa yerleşirdi. Oyuğun zemini kuru yosunlarla kaplıydı ama Lex, kaz tüyü yataklarda bulamayacağı rahatlığı buluyordu orada. Hoş, yumuşaktı da. Genç kadını da, şimdi, sebebini bilmeden oraya götürüyordu. Dakikalar önce karşılaştığı bu kadın sanki onun yıllardır ihtiyaç duyduğu bir eksikliği gibiydi. Onun varlığını keşfettiğinden beri sorgulamadan davranışlar sergilemeye başlamıştı ki bu ona göre bir durum sayılmazdı. Yine de onu mabedinin en uç köşelerinde gezdirirken bundan tuhaf bir şekilde rahatsızlık duymuyordu.

Kadın adımlarını hızlandırıp onu durdurduğunda oyuğa ufak bir yol kalmıştı. “Bana isminin tamamını söylemelisin.” Kadın tam karşısında durmuş bir elini de adamın göğsüne dayamıştı. Ve yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşirken “Birde nereye gittiğimizi…” diye konuşmasını sürdürdü. Bu ifade karşısında genç adamın da yüz ifadesi iyiden iyiye gevşeyivermişti. “Lexlander.” Tek kelime dudaklarından alenen, tereddütsüz fırlamıştı. Ardından nedensiz davranışlarında bir örnek gibi, açıklamaya koyuldu adını. “Eski, yerel bir dilde soğuk ateş anlamına geliyor. Ayrıca bir de efsane var. Belki başka bir zaman, uzunca bir zaman gerekli ama, seninle paylaşabilirim.” Sözlerinden sanki buluşma teklif ettiği anlaşılabilirdi ancak Lex bu düşünce ile irkildi. Hayır, bu tarz işler hiç de ona göre değildi. Romantizim, buluşma, sevmek, ııyyk “ Ama önce, göstermek istediğim bir şeyler var.” Kadının tekrar önüne geçip, ondan bir cevap vermeden ilerlemeye başlamıştı. Ancak öncesinde yine kadının bileğine usulca dokunmayı ihmal etmedi. Beni takip et.

Oyuğa vardığında hızla kendini yosunların üzerine bıraktı. Yarım metre kadar uzunluktaki gür yosun özenle büyütülmüş, yerleştirilmiş gibi kaba bir yatak izlenimi uyandırıyordu. Kimi zaman gecelerini bu doğal yatakta geçirirdi zaten. Ayakta öylece durup kendisi ve manzara arasında gidip gelen kadının gözlerinin içine baktı ve ellerini yaramaz bir çocuk gibi yanına vurdu. Hadi, otur yanıma. Kadının oturmasını beklerken yanına, çok yakınına oturmasını istediği için kendini azarlıyordu.

Kadının duraksaması yüzünden alenen okunurken, Lex bakışlarını takip etti. Sonunda manzarayı bulduğunda gülümseyiverdi. İlk karşılaşma için gerçekten büyüleyici olabiliyordu manzara. “Afedersin Lex, ben sadece… Büyülendim.” Diyerek adamın düşüncelerini onayladıktan sonra yanına ilişti kadın. Bu durum karşısında adamın bedeni adrenalin ve testosteron hormonu salgılamak gibi tepkile gösterirken kadın bunu fark etmiyordu tabi ki. “Burası bambaşka bir yer, şimdiye kadar bulamamış oluşuma üzülüyorum... Ancak sanırım senin gizemini mahvettim. Buraya nasıl bir ruh halinde geldiğini anlayabiliyorum. Buranın ne kadar özel olduğunu ya da… Üzgünüm, Lex…” Kadın sesi şimdi biraz daha güç değil de yumuşaklık sahibi duyuluyordu. Gerçekten büyük bir mahremiyeti mahvettiği düşüncesinde olduğu açıktı ve bir nigranın bu durumdan rahatsızlık duyması ilginçti. Üstelik ilk izlenim olarak bu kadar sert görünen biri için. Kadının bakışlarını kendi gözlerinde yakalayınca dikkati dağıldı tekrar. Çok yakın duruyorlardı. Fazlasıyla. Kadın elini kaldırıp Lex’in yüzünde gezdirdi usulca. Bir esinti gibiydi tenini okşayan, varla yok arası bir temas, büyük bir huzur ve güzel birçok duygunun birleşimi. Kadının gözlerinde kararsızlığı görebiliyordu adam. Tereddüdü.

“Sanırım, gitmeliyim.” Kelimeler de dokunuşu kadar hafif hayat bulurken önce bir anlam ifade etmedi adam için. Dikkatini kadının bakışları ve dudakları hapsetmişti. Herhangi bir kadına bu tarz duygular hissetmeyeli çok çok uzun zaman oluyordu ama özlediğini ifade etmekten çekiniyordu. Onun doğasında romantizm yoktu. Kan vardı. Vahşet vardı. Ardından kadından uzak kalma düşüncesi sinirlerinden yırtarcasına geçip bedenine yoğun bir uyuşukluk olarak yayıldı. Hayır. Elleri kaba ve sert bir hareketle kadının çenesini kavrarken dudakları aralarındaki ufak mesafeyi tereddütsüz kapattı. Öpücük bu sefer çok daha vahşi ve yoğundu. Kısa ama oldukça etkili. Dudaklarını uzaklaştırmasına rağmen yüzünü kadınınkinden ayıramadı Lex. Alınları birbirine değerken aldıkları kesik kesik nefesler sessizliğin yegâne düşmanlarıydı o an. Solukları yeniden eski ritmine dönene kadar öylece beklediler. “Hayır, kalmanı istiyorum. Ayrıca evet, aslına bakarsan öyle. Yani tek kaçış mekânımı bilen tek kişisin. Rahatsız mıyım? Biraz. Ama pişman, asla. Yani böylesine güzel bir varlığı tanımak için ufak bir gizemi kaybetmekle başa çıkabilirim sanırım.” Bu sefer gülümsemesi oldukça ukala görünüyordu. Bütün ömründekilerin toplamından fazla gülücüğü bir güne hatta saate sığdırınca açığa çıkan ifadeleri adam akıllı kontrol edemiyordu.

Her şey, her zaman alışığı olduğu gibi kontrolü altında ilerliyordu. Aniden hayatına giren bu Nigra aksi için uğraşıyor izlenimi bıraksa da Lex onun varlığına çoktan alışmıştı. Öyle ki o saniyelerde onu kendisinin bir parçası gibi görmeye başlamış, onun yokluğunun kendinde eksikliklere sebep olacağını düşünmüştü. Audrey, güzel, asil ve mağrur karanlık, dudaklarının biraz ilerisinde gülümsemeye başlamıştı adamın. Ardından, ortaya çıkışı gibi ani hareketlerinin bir benzeri daha olarak, çevik bir hareketle Lex’e doğru yaslandı. Ne olduğunu anladığında kadını kucağında bulan adam her ne kadar bir şaşkınlık belirtisi göstermese de durumun onda yarattığı şok sarsıntı etkisi yarattı. “Demek...” kadından işittiği arzulu sesle dikkatini tekrar ana odakladı. “Bununla başa çıkabilirsin...” derken saçlarını kışkırtıcı bir eda ile arkaya savurdu. Saç tutamları yüzünü gıdıklayarak geçerken kasıklarında ince bir sızı duydu Lex. “Zaten baş etmen gerekiyor.” diye tamamladı kadın sözlerini. Ses tonundaki ukala ton adamın az önceki gülüşünün bire bir yansımasıydı. Bakışları adamın gözlerinde değildi ve o dudaklarında olduğunu tahmin ediyordu. Sonra bir kez daha kadına yaklaştığını fark etti Lex. Yarım saattir öpüşüp durmuyorlarmış gibi usul usul yaklaştılar birbirlerine. Bu Lex’e, liseli aşıkların reddedilme korkusuyla birbirine yaklaştıkları çekingen anları anımsatmıştı.

Gözleri biraz kısılırken yakınlaşma sürüyordu. Kadının dudaklar kendininkilere kapandığında beklediği gibi güzel bir öpücükle değil keskin bir acıyla karşılandı. Alt dudağında hissettiği acı, ağzının içine dağılan taze kanın meşhur tadıyla kaynağını belli ediyordu. Adamın, kadınınkilerden kurtulan dudakları arasından bir inleme fırlarken bunun sebebinin acı mı yoksa şehvet mi olduğundan emin olamadı. Yine de bu olay tuhaf bir şekilde hoşuna gitmişti. Kadın kucağından çevik bir hareketle inip tekrar yanına otururken Lex gayri ihtiyari dudaklarına uzandı. Bakışlarını kadından biran olsun ayırmıyordu ve onun eğleniyor olduğunu görünce kendi ifadesinde de bir gülümsemenin belirmesine engel olamadı.

Demek öyle küçük hanım. Ödeşme vakti sanki?

Dikkati kendi kahkahaları ile dağılmış olan kadını, ani bir hareketle kollarından kavrarken oturduğu yerden ona doğru yöneldi ardından kadını kendisi ile duvar arasında bırakacak şekilde az önce oturduğu yere doğru çekti. Kollarının arasında çaresiz birkaç kurtulma hamlesinin ardından kadını büsbütün hapsetmişti. Biraz bekledi. Audrey’in hareketleri durgunlaştı. Göz gözelerdi. Kadını usulca yosunların üzerine yatırırken kendisini de üzerine bıraktı. Tam olarak ağırlığını vermese de bedeni kadınınkini kaplıyordu. Bu an kasıklarında ufak bir sızıya daha sebep olurken ısrarla öpmedi kadını. Dudakları onunkinin birkaç santim uzağında bekliyordu öylece. Nefesleri birbirlerininkilere karışıyordu. Kadının o baştan çıkarıcı kokusunu bir kez daha duydu Lex. Bedenini kadınınkine biraz daha bastırırken “Bazı şeylerin kefaretinin ödenmesi gerekir. Hem de derhal. Ve ben bu konularda biraz sabırsız biriyim.” Dudaklarını kadının burnuna değdirdi. Ardından geri çekilmeden boynuna ulaştı. Dudaklarının kadının boynuna bu kadar kolay yerleştiğini fark ettiğinde içinden gülümsedi.

Uyumluydular.


Tutku beyninde yoğun bir sis şeklinde zevke yer verdiğinde Lex görmüyor, hissediyordu. Mantık da düşünceler de o an için yoktu. O ve güzel Audrey vardı yalnızca. Sadece ikisi ve birbirinde dağılan, birbirinden eşsiz duygular… Bedenine nüfuz etmiş mutluluk yorgunluğunu perdelese de, Lex kadının yanına uzanmak istediğinde adeta yığılmıştı. Kesik kesik nefeslerinin arasında en ufak bir tepki göstermeden onu izlemeye koyuldu. Güzelliğini. Kadının varla yok arasındaki ince dokunuşları yüz hatlarını takip ederken Lex’in içinden elini tutmak öpmek ve daha fazla öpmek geçti. Kadının dudaklarına tekrar uzanmak, teninde öpücüğünün değmediği yer bırakmamak istedi. Daha bugün tanıdığı bu genç kadınla bütün varlığını paylaşmak istedi. Kadının göz kapakları kapanıp bu güzel varlığa eş bir güzellikte ölüm süsü verirken Lex ürperdi. Hala çok güzel görünüyordu ama onun bir daha nefes almayacağı düşüncesi ağzında ekşi bir tat bıraktı. Hayır, onu kaybedemezdi. Ondan ayrılamaz, onu istese de unutamazdı. Hakkında hemen hiçbir şey bilmediği halde bu kadını kendinin bir yarısı olarak görmüştü bile çoktan. İşlememekten hamlamış duygularını harekete geçirmişti bu kadın. Onun varlığı Lex’in uzun süredir sebebini irdelediği hayatın anlamsızlığı olgusunu yok etmişti. Artık hayatın anlamı vardı. Artık Lex’in varlığının bir sebebi, bir merkezi vardı. Aksini söyleyebilmek için her şeyini feda edebilecek olan Lex yine de bu kadına bağlandığını inkâr edemezdi. Onu seviyordu.

    Bembeyaz bir bahçede koşuyordu. Çiçekler beyaz, öten kuşlar beyaz, ötüşleri beyaz. Baktığı her yer saf huzurun cisimleşmiş haliydi sanki. Karanlığa ve nemli gölgelerine bütün hayatı boyunca sarılmış ve alışığı olmuş Lex bu manzara karşısında kendini çıplak gibi hissediyordu. Savunmasız. Ancak duyduğu ince bir ses onun burayı sahiplenmesi için yeterli olmuştu. “Lex…” Audrey bütün kışkırtıcılığını yüklediği sesi ile ona uzaktan seslendiğinde, ‘O buradaysa ben de burada olmalıyım. Ben onunla olmalıyım. Onun olduğu yerdir benim yerim ‘ diye iç geçirdi. Ona uzanmak istedi. Kollarının arasına almak ve varlığını bütün bedenindeki hücrelere kanıtlamak istedi. Uzandı da. Tuttu kollarından ve sıkıca kendine bastırdı. Bekledi öylece. Sonra kollarının bir anda çözüldüğünü hissetti. “Gitme Audrey, hayır…” Ama yapabileceği bir şey yoktu onu durdurmak için. Kadın süzülür gibi hızla gözden kaybolurken arkasından bakmak dışında. Ancak o gittiğinde aklına geldi onun peşinden gitmek. Önce ümitsizce yürüdü, ardından büyük adımlarla koştu bahçe boyunca. Koştu, koştu, koştu…


Uğultulu ama berrak gecede gözlerini açtığında elleri ilk iş yanını yokladı. Boştu. Çıplak bedenini, üzerinden çıkardığı kıyafetlerle örtmüştü. Hızlı bir hareketle ayağa kalkıp kıyafetlerine uzanırken gözleri mağarayı didik didik etti. “Audrey?” Pantolonunu giyip düğmesini kapattı. “Audrey?!” Ses tonu yükseldi istemsizce. T-shirtünü de giydikten sonra mağaranın içinde ilerlemeye başladı. Oyuklara ve odacıklara baktı. Onu aradı.

Yoktu.

Bembeyaz bir bahçenin ortasında bulduğu melek, onu nemli bir karanlığa bırakıp kaybolmuştu ortadan.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Erekhtheion
Işığın ve Şifanın Tanrısı
Işığın ve Şifanın Tanrısı
Erekhtheion


Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 27/08/11

Cloud the chosen one" Empty
MesajKonu: Geri: Cloud the chosen one"   Cloud the chosen one" Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 11:18 am

50.
Her şey fevkalade. Betimlemeleriniz ve imlalarınıza bayıldım.
İyi Role playler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cloud the chosen one"
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 ::  Toplumsal Parşömen * :: ROLE PLAY SALONU :: Puanlama Merkezi-
Buraya geçin: