Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Vienetta Pershie

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Vienetta Pershie

Vienetta Pershie


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 27/08/11

Vienetta Pershie Empty
MesajKonu: Vienetta Pershie   Vienetta Pershie Icon_minitimeC.tesi Ağus. 27, 2011 6:03 pm

Sabaha karşı müthiş bir çığlıkla açıyorum gözlerimi, etraf zifiri karanlığa bürünmüş bir halde. Yatağımın çevresi dergilerle dolu, ayağımı diğer tarafa çevirecek küçük bir boşluk dahi yok. Hoş korkudan yerimden kalkabilir miyim, bilemiyorum. Saatlerdir geniş yatağımda kendimi daracık yere hapsettiğim aklıma inanamıyorum. Gecelerdir aynı rüyayı görmek sıktı artık, aynı şeyleri yaşamayı hiç sevmiyorum. Bedenim hala korku duygusuyla dolu bir kazanın içine batırılıp çıkarılıyor, yerimden kımıldayamıyorum. Derin bir nefes alıp yatağımdan kalkmak için yelteniyorum, ayaklarımın titrediğini hissetmem gülünç bir durum. Çılgınca seviştiğim insanlar bu halimi görseler ne derlerdi bilemiyorum, aslında umurumda bile değil ne diyecekleri. Onlarla işimiz basit; seviş ve güle güle. Onları pek takmadığımı bildikleri için bazen çıldırıyorlar, ah o halleri hoşuma gitmiyor desem yalan olur. Ah neyse, üzerimdeki yorganı hızla itiyorum. Bununla birlikte dergiler yere düşüyor. Çıkardığı patırtılar kulaklarımı tırmalıyor sanki. Sessizliğin büyüsünü bozan dergileri ceza vermek istercesine eğiliyorum ve dergileri yatağımın altına atmaya başlıyorum. Daha hepsini yatağın altına atamadan kalçalarımda bir eli hissetmem çığlıklarla doğrulmamı sağlıyor, hızla arkamı dönüp ışığı açıyorum. Etrafta bir şey olmadığını iyice anlayınca derin bir nefes alıyorum. Bu olaylardan sonra terlediğimi fark ediyorum, boynumu sıvazlayıp masanın üzerindeki süslü tokayla saçlarımı topluyorum. Yavaş adımlarla dolabıma ilerken sokak lambalarının yanıp söndüğünü görüyorum, pencereden dışarı bakarak dolap kapağımı açıyorum. Berbat bir gıcırtıyla üzerime dökülen şeyler çığlıklarımın asla durmayacağını gösteriyor. Duvara siniyorum. Dolabımın içi kanla boyanmış sanki içinden dökülen büyük bir titizlikle kesilmiş insanı gördükçe çıldırıyorum. Önümdeki beden paramparça, kolları bir tarafta, bacakları bir tarafta… Gözlerim kafasını arıyor, etrafa bakınıyorum. Aptallığıma doyamıyorum sanırım, çekip gitmek varken bir başkasının kafasını aramak büyük bir aptallık. Etrafta göremeyince derin bir nefes alıp sağ elimi zemine koymak için kaldırıyorum. Elime bulaşan sıvıyla gözlerim yan tarafa dönüyor. Az önce aradığım bedenin parçasını buldum. Hızla yerimden kalkıp soluğu kapıda alıyorum. Birkaç saniye gözleri kapanmamış herifin yüzüne bakıyorum, tanıyorum sanki bu kafanın sahibini. Geçenlerde tanıştığım şu şapşal herif, ağzımın içine düşecekti neredeyse. Böylesine korkunç bir biçimde öldürülmesine üzüldüm, duygularımdan emin değilim. Daha fazla incelemeyi midem kaldırmayacak sanırım.

Koşar adımlarla merdivenlerden iniyorum, nefes nefese kaldığımdan bir süre sonra yavaşlıyorum. Lanet evin kapısını çarpıp çıkınca bir hayli rahatlıyorum ama hala bir şeylerin ters gittiğini fark etmem uzun bir zaman almıyor. Güneş bugün fazlasıyla üşengeç sanırım, etraf hala karanlık. Sessizlik tüm sokakları yutmaya devam ederken evimden uzaklaşmaya devam ediyorum, nereye gideceğimi bilmiyorum ama ilerliyorum işte. Nefes alışverişimi hala düzenleyebilmiş değilim, az önce yaşadığım yüksek dozda gerilim beni benden aldı. Sağlıklı düşünebilecek halde değilim. Derken yağmur damlaları yarı çıplak bedenimi ele geçirmeye başlıyor, korkudan ceket almayı dahi unutmuşum. Mini gecelikle dışarı çıkıp bu havaya yakalanmak gerçekten çok kötü ama yapacak bir şey yok. O eve asla geri dönmem, dönemem. O ceset… Günler önce eğlenip yatağına misafir olduğum herifin cesediyle karşı karşıya geldiğime hala inanamıyorum. Keşke bu bir rüya olsa. Uzun bir süreden sonra güneş nazlı uykusundan uyanmaya başlıyor, yağmurla beraber yarışa girmesini beklediğim güneş hala oturuyor. Hoş sırılsıklam oldum zaten. İlerlemeye devam ederken ayak sesleriyle birlikte bir eli kollarımda hissetmem çığlık atmamı sağlıyor, elin sahibine döndüğümde ise derin bir nefes alıyorum. Yaklaşık iki senedir tanıdığım ama çok garip olan Evan. Onunla pek zaman geçirmemize rağmen garipliği kilometreler ötesinden belli oluyor.
“Beni çok korkuttun.”
”Üzgünüm, seni korkutmak istememiştim. Burada, bu halde ne işin var Vienetta?”
Cevap vermiyorum, daha doğrusu veremiyorum. Yaşadığım şeyleri aklımdan geçirince bedenimin titrediğini fark ediyorum. O gerilimi ruhumdan söküp atamayacağım ortada. Birden bedenimi daha fazla ayakta tutamayıp yere yığılıyorum… Gözlerimi açtığımda kendini bir evde buluyorum, konuşmaya fırsatım olmadan Evan’ı görüyorum pencerenin önünde. Arkasını dönüyor ve uyandığımı görünce gülümseyerek bana yaklaşıyor bana. Tam konuşacağım sıra işaret parmağını dudaklarıma bastırıyor. “Sus ve dinlenmeye devam et. “ Haklı sanırım, bir adım dahi atmaya, konuşma hiç mecalim yok. Gözlerimi tekrar kapatıp kendimi uykunun o rahat kollarına atıyorum.

S A A T L E R S O N R A
Evan’ın sesiyle gözlerimi açıyorum, etraf çok karanlık. Masadaki loş lamba koca odayı aydınlatmaya yetmiyor. Elimden tutup koltuktan kaldırıyor beni, o gizemli havaları beni ürkütüyor. Ama biraz saf olduğu için korkuyorum, sadece ürküyorum işte. Mutfağa gidiyoruz, masanın üzerinde bir tabak var ve üzeri kapalı. Hafifçe gülümsüyorum, benim için yemek yapması hoş bir durum. Sandalyeye oturmamı sağlıyor ve arkama geçiyor. Eliyle açmamı işaret ederken yüzüne anlamsız bakışlar fırlatıyorum. Dilini mi yuttu? Söylediği şeyi yapmak için elimi kapağın kulpuna atıyorum, yavaşça kaldırıyorum ve gördüğüm şey kulpu düşürmeme neden alıyor. Çıkardığı ses evin içinde yankılanırken önümdeki tabağın içinde kan içinde duran iki çift göz, parmaklar ve bağırsaklar midemi alt üst ediyor. Masanın üzerine midemdeki şeyleri çıkartıveriyorum, bununla beraber masa daha da bir iğrençlikle doluyor. Ben tüm bunlara şaşkınlık duyarken Evan saçlarımdan tutuyor ve yere düşürüyor beni. Saçlarım hala ellerinde, Evan beni sürükledikçe lüks ev harabeye dönüşmeye başlıyor. Derim yüzüldükçe çığlıklarım bir kat daha yükseliyor. Evin en üst katına çıktığımızda leş gibi kokan bir odaya fırlatıyor beni. Etraf kirli ve paslı. Pencerelere yağ çöreklenmiş, içerisi çok havasız. Bayat kan kokusu var. Yerlerde ise insan kemikleri, kan lekeleri, deriler... Duvarlar aynalarla kaplı, derisi yüzülmüş vücuduma bakıyorum. Kan dolu bir havuza batırılmışım sanki ufacık bir hareketimde canım yanıyor. Yaraya tuz biber atmak deyimi gerçekleşiyor. Evan elindeki tuzu bedenime attıkça çığlıklarım odaya hakim oluyor. Canımın yanmasıyla tırnaklarımı bedenime batırıyorum, çok geçmeden etraf kan gölüne dönüşüyor. Benden ne istediğini hala bilmiyorum, şu dakikadan sonra umurumda olur mu bilemiyorum. Ölümün o soğukluğunu dudaklarımda hissedebiliyorum. Bu kadar felakete dayanmam gerçekten büyük bir başarı. Hayat ışığımın sönüyor. Çocukluğumu hatırlıyorum; o mavi elbiseyle evde koşuşturmam, prenses olduğumu anne ve babama ilan edişim. Bir erkeğin dudaklarına, vücuduna hakim olduğum ilk gün ve sarhoş olduğum ilk gün, öldürdüğüm ilk insan, canını yaktığım ilk erkek… Hepsi masmavi gözlerimin önünden teker teker geçiyor. Böyle bir ölümü aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Sanki canını yaktığım insanların kanlarıyla yıkanıyorum. Karşımdaki kan damlalarıyla dolu aynaya bakıyorum, bedenim berbatlık kelimesinin anlamı olmayı hak kazanmış. Gözlerimi kapatıyorum, kendimi ölümle dolu bir küvete bırakmaya hazırlanırken korkunç bir sesle yerimden sıçrıyorum. Bu sıçramayla vücudumun her noktası sızlıyor, çığlıklarım kulaklarımı tırmalıyor. Bu acıya katlanamıyorum, bu lanet odadan çıkmak için bir adım atıyorum ki kapının önünde birinin belirmesiyle yutkunuyorum. Bir felaketi daha kaldırabilir miyim bilmiyorum. Ölüm beni kucaklayacaksa burada, bu lanet yerde kucaklamasın! Bana yaklaşan bedene karşı kendimi koruyacak halim kalmadı, teslim olmak için kıpırdamıyorum yerimden. Ama işler düşündüğüm gibi gerçekleşmiyor, bir darbe almıyorum aksine önümdeki beden elimi kavrıyor ve yürümeye başlıyor. Sendeliyorum, yürümeye mecalim kalmadığını hissedip elimi çekiyorum.
“Yürü Vien.”
Vien mi? Sorumun cevapsız kalacağını bile bile dudaklarımı aralıyorum. "Sen kimsin?" Bana bunu söyleyen sadece babamdır, nerede olduğunu bilmediğim babam.


Gözlerimi açtığımda kendimi yatağımda buluyorum, beni kurtaran adamın yüzünü göremesem de babam olduğuna eminim. Beni kurtarabilecek tek kişi o, her zaman olduğu gibi kahramanım. Vücudumdaki yara izlerine bakıyorum, kapanmaya başlar gibi bir halleri var. Her hareketimde küçük sızılar hissetsem de büyük bir acı yaşamıyorum. Ayağa yavaşça kalkıyorum ve penceremi açıyorum. Ardından dolabım dikkatimi çekiyor, titreyen ellerimle yavaşça açıyorum dolap kapağını ama beklediğim sonuç yok. Birbirinden süslü kıyafetlerim dolapta hakim. Odamı göz gezdirdiğimde en ufak bir kan damlası dahi yok. Odamdan çıkmak için yelteniyorum, merdivenlerden yavaşça inip mutfağa yöneliyorum. Mutfak masasının üzerinde çocukluğumu süsleyen çöreklerle küçük bir kart. Sadece dinlen Vien, her şey bitti. Dudaklarım kıvrılıyor, gözlerimin parladığına eminim. Yaşadığım şeyleri dergiler gibi yatağımın altına itiyorum, gözden kaybolacaklar fakat zihnimin bir köşesinde daima barınacaklar. Her neyse, parmaklarımın arasına nefis çöreklerden birini alıp masmavi gözlerimi pencereye çeviriyorum, güneşi hissetmek, yeniden nefes alabilmek harika.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Vienetta Pershie Empty
MesajKonu: Geri: Vienetta Pershie   Vienetta Pershie Icon_minitimeC.tesi Ağus. 27, 2011 6:54 pm

    & Dil Bilgisi Kurallarına Uyum; 3 puan.
    & Rpgnin Kurgusu; 15 puan.
    & Anlatım Biçimi; 13 puan.
    & Renklendirme; 3 puan.
    & Anlatım Bozukluğu ve benzeri hataların olup olmaması; 9 puan.

    Puanınız;
    50/43.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Vienetta Pershie
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 ::  Toplumsal Parşömen * :: ROLE PLAY SALONU :: Puanlama Merkezi-
Buraya geçin: