Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Lillian Alondra

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Paura Lagune

Paura Lagune


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 27/08/11
Yaş : 28
En Belirgin Özelliklik : Uyanıkken kabus gördüğünüze sizi inandıran bir insanın en belirginözelliği ne olabilir ki?

Lillian Alondra Empty
MesajKonu: Lillian Alondra   Lillian Alondra Icon_minitimeC.tesi Ağus. 27, 2011 6:15 pm

Odamdaki pencerenin geniş pervazına oturmuş, mavi bir tülün ardından cama çarpan yağmur damlalarını izliyordum. Mavi gökyüzünü yoğun bir sis bürümüştü. Gerçi Londra'da geçen her sonbahar böyle olurdu. Normalde yağmur yağdığı zaman kot pantolonumu, en sevdiğim eflatun kazağımı, siyah çizmelerimi, yağmurluğumu giyer ve şemsiyemi alıp yarım saat boyunca yürüyüş yapardım. Ama bu sonbahar günü farklıydı. Pencereden belki geri döner diye babamı bekliyordum. Bu sabah yatağımdan kalktığımda evde bir huzursuzluk olduğunu hissetmiştim. Koşarak merdivenlerden aşağıya inmiştim. Gördüğüm manzara karşısında çok şaşırmıştım. Annem, salonun ortasındaki pufun üzerinde oturmuş ağlıyordu. Beynim kontrolüm dışında çalışıyordu sanki. Bir anda dudaklarımdan o kelimeler döküldü. “Bir sorun mu var anne?” Sesim hiç bu kadar buruk çıkmamıştı. Söylemek istediğim kelimeler boğazımda düğümlenirken annemde susuyordu. Derin bir nefes aldım. “Anne neler oluyor? Babam nerede?” Bu sefer bağırmıştım. Hayatımda ilk defa bağırdığımı fark ediyordum. Annem bir anda kafasını kaldırdı. Gözleri kıpkırmızıydı. Bakışları donuktu. Yüzünde ciddi ve öfkeli bir ifade vardı. “Bir daha o lanet olasıca adamın adını ağzına bile anma. O artık ne senin baban ne de benim kocam! Sen, onun yüzünden olan bir şeysin defol buradan seni adi yaratık. Defol git seni burada istemiyorum artık. O lanet herifin yanına git. Defol evimden hemen!” diye bağırmıştı annem. O anda gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı ve koşarak yukarıya, odama çıkmıştım. Hemen bavulumu çıkarmış ve dolabımı ve çekmecelerimi açmıştım. Sağlıklı düşünemiyordum. Ne yapıyordum ben böyle? Sinirle abajurumu devirmiştim. Bir anda yatağımın gül pembesi örtüsünü çekmiş, yatağımın üzerindeki her şeyin yere düşmesine neden olmuştum. Odam üç dakika içerisinde savaş alanına dönmüştü. Sonra ağlamaya başlamıştım. Hiçbir zaman ağlamamıştım ben. Kendimi tanımamaya başlamıştım. Bir anda üzerime bir ağırlık çöktüğünü hissettim. Yavaşça gözlerim kapandı ve uykuya dalmıştım. Uyandığım zaman daha sakindim. Hala üzgün olsam da artık ağlamıyordum. Burasının benim de evim olduğunu hatırlayınca penceremin pervazına oturmuştum. İki saat geçmişti bu olanların üzerinden ve ben hala burada oturuyordum. Annem bana her şeyi söylerdi kızgın olduğunda. Cadı, sürtük, yelloz ama bugüne kadar bana hiçbir zaman adi yaratık dememişti. Gözlerimden yaşların aktığını hissettim bir anda. “Hadi ama Aubrey. Sen güçlü bir kızsın unuttun mu? Neden ağlıyorsun ki? Baban gitti. Annem seni evlatlıktan reddetti, tamam ama ne olmuş yani? Onlar seni istemiyorlar madem git o zaman. Burada durmanın bir anlamı yok ki.” dedim kendi kendime daha sonra pencerenin pervazından kalktım. Kırmızı-beyaz puantiyeli pijamalarımı çıkarttım ve kot pantolonumu, pembe t-shirt’ümü, beyaz kazağımı ve Ugg’larımı giydim. Sarı saçlarımı güzelce taradıktan sonra sıkı bir atkuyruğu yaptım. Tüm eşyalarımı valizlerime yerleştirdim. Daha sonra her ikisini de alıp ahşap kapının önünden son bir kez daha odama baktım. Bu yıl gök mavisi rengindeki duvarlarımı buz beyazına boyatmayı düşünüyordum ama kısmet değilmiş ne yapalım. Ian Somerhalder posterlerime, kaloriferin önündeki yatağıma ve yatağımın hemen yanında bulunan çalışma masama baktım. Çalışma masam ilk defa böyle toplu görünüyordu. “Buraya kadarmış dostum. Kendine iyi bak.” dedim ve ışığı kapatıp merdivenlerden aşağıya indim. “İstediğiniz gibi evinizden gidiyorum Bayan Dawson. Hoşçakalın.” dedim en soğukkanlı ve uzak sesimle. Annem bana tiksinerek baktı ve “Defol.” dedi. Yutkundum. Kapının kenarındaki askılıktan yağmurluğumu ve şemsiyemi aldım. Daha sonra da evden çıktım. Bahçe kapısını da kapattıktan sonra [color=“#A1FCFF]Bir gün gelecek ve bu evdeki tüm insanlar beni geri getirmek için her şeyi yapacak. Ama o zaman ben dönmeyeceğim. Asla.” diye yemin ettim. Villa ve dublexlerin oluşturduğu sokak boyunca yürüdüm. Bu sokakla çok fazla anım olmuştu. İlk bisikletimi bu sokakta sürmüştüm. Patenden ilk kez bu sokakta düşmüştüm. İlk kar topu savaşımı bu sokakta yapmıştım. İlk kez bu sokakta öpüşmüştüm. Bunları düşününce hafif bir tebessüm yerleşti suratıma. Derin bir iç çektim. Bunların hepsini mazide bırakmak zorunda olmak ne kadar kötü. Sokaktan çıktığımda yakınlarda bir otel olduğunu hatırladım. Kalacak bir yer bulana kadar orada kalabilirdim. Kendime bir ev bulduğum zaman çıkışımı yapar ve oraya yerleşirdim. Daha sonra da Cambridge Üniversitesi’ne kayıt başvurumu gönderir ve okuluma başlardım. Otel De’Aquã’nın kapısının önüne geldiğimde “Hadi bakalım Aubrey, yeni hayatına merhaba de.” dedim ve içeri girdim. Otel çok güzeldi. Tavanı yukarıya doğru kalkıyordu ve bekleme ve oturma yerlerinin olduğu yerin tam üzerinde bir avize bulunmaktaydı. Mermerden yapılmış bir masanın tepesinde pirinç harflerle ‘Resepsiyon’ yazıyordu. Valizlerimi kapının kenarına bıraktıktan sonra resepsiyona doğru yürüdüm. Resepsiyonda esmer bir kız vardı. Kızın kahverengi, kıvırcık saçları ve yeşil gözleri vardı. Elmacık kemikleri belirgindi ve üzerine giydiği beyaz gömleğin üzerindeki kartında ‘Ocean’ yazıyordu. “Size nasıl yardımcı olabilirim efendim?” diye nazikçe sordu. Gülümsedim ve “Tek kişilik bir oda lütfen.” dedim. Kız bana ‘134’ numaralı odanın anahtarını verdi ve“Umarım otelimizde iyi vakit geçirirsiniz Bayan…” dedi. Soyadımı Dawson olarak vermeyecektim. Bu nedenle “Wyngér. Aubrey Cholé Wyngér.” dedim. Valizlerimi alıp asansöre doğru yöneldim. Asansör zemin kattaydı, kapıyı açma düğmesine bastım ve asansöre bindim. Odamın bulunduğu kata geldim. ‘134’ numaralı odayı buldum ve içeri girdim. Valizlerimi koydum. Anahtarı elektrik gelmesi için ayrılan bölüme koydum. Işıkları yaktıktan ve televizyonu açtıktan sonra yatağa uzandım. “Artık Aubrey Monica Dawson değilim. Adım Aubrey Cholé Wyngér. Artık o cici, uslu ve sadık aile kızı olmayacağım. Artık kendi kurallarımla yaşamanın vakti geldi. Hazır ol dünya, çünkü karşında yepyeni bir Aubrey var.”


1 AY SONRA



Nihayet kendi evime yerleşmiş, düzenimi kurmuştum. Cambridge Üniversitesi’nde Moda ve Tasarım bölümünde okuyordum. Kendimle guru duyuyordum. Sonunda o hep istediğim Aubrey olabilmiştim. Başarılı, asi, popüler ve özgürdüm artık. Bana şunu yapabilirsin, bunu yapamazsın diyen kimse yoktu. İnsanlar duyduğum tek şey övgülerdi. Kendime bir dikiş makinesi almıştım. Böylece tasarımlarımı dikebiliyordum. Şu anda kendime bir dükkan arıyordum. Bu şekilde tasarımlarımı satabilecektim. Hayatım daha ne kadar güzel olabilirdi ki?
Okuldan sonra eve gelmiştim. Yağmurluğumu ve çizmelerimi çıkartmış, üzerime adidas eşofmanımı ve üzerinde tatlı bir kedi yavrusu olan kapüşonlu kazağımı giymiştim. Kendime soslu biftek ve makarna pişirmiş, bir yandan yiyor, bir yanda da American Idol’ü seyrediyordum. Zırrrrr!!!! Zil çalıyordu. Tepsimi sehpaha bıraktım ve gidip kapıyı açtım. Önümde uzun boylu, kumral saçlara ve mavi gözlere sahip bir çocuk duruyordu. Elinde bir paket vardı.“Bayan Wyngér?” dedi. “Efendim.” diye sordum. “Bu paket sizin için geldi Bayan Wyngér. Şurayı imzalar mısınız?” dedi çocuk. Uzattığı kağıdı imzaladım ve paketi aldım. Kapıyı kapattıktan sonra salonun ortasına geçip paketi açtım. İçerisinde peluş oyuncaklarım ve Bayan Muffin (oyuncak ayım) vardı.Bunları evde bırakmıştım ama şimdi burada ne işleri var? Paketi boşalttığımda dibinde bir not olduğunu gördüm.
“Sevgili kızım Aubrey;
Cambridge’den haberlerini aldım. Artık bir Wyngér olmuşsun. Başarılarından dolayı seni tebrik ederim. Özür dilerim. O gün babana çok kızgındım ve sana da adi yaratık dedim ve son derece sert çıktım. Biliyorum, ne kadar özür dilersem dileyeyim kalbinde açtığım yarayı kapatamayacağım. Şu anda bu mektubu okurken aynı anda Bayan Muffin’e de sarıldığını biliyorum. Onu götürmemişsin. Onsuz nasıl uyudun merak ediyorum. Bana seni çok özlediğini söyledi. Ben de onu sana geri yolladım. Sen bu mektubu okurken bir şu anda ölmüş olacağım. Sakın üzülme yavrum. Yaşlandım artık. İntihar falan etmedim artık. Sana vasiyetim şu; hayatına devam et. Ben seni görüyorum buradan. Bu arada bu evi ve bana ait olan her şeyi sana bırakıyorum. Para, mücevher, elbise aklına ne gelirse. Ama şunu asla unutma benim sevgili kızım. Seni çok seviyorum ve her zaman seveceğim.
Annen
Vicki”


Gözyaşlarımı engelleyemiyordum. Annem ölmüştü ve ben onun yanında değildim. Neden gitmiştim ki? Annemi tanımıyormuşum gibi neden terk etmiştim evi? Onu mutlu edebilmek için şansım vardı, ama kullanamadım işte. Tek yapabileceğim şey bu aptal mektuptaki öğüde uymak ve hayatıma devam etmek. Bunu yapacağım, en azından bunu yapmalıyım.

</FONT>
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Lillian Alondra Empty
MesajKonu: Geri: Lillian Alondra   Lillian Alondra Icon_minitimeC.tesi Ağus. 27, 2011 7:21 pm

    & Dil Bilgisi Kurallarına Uyum; 5 puan.
    & Rpgnin Kurgusu; 12 puan.
    & Anlatım Biçimi; 12 puan.
    & Renklendirme; 4 puan.
    & Anlatım Bozukluğu ve benzeri hataların olup olmaması; 8 puan.
    50/41.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Lillian Alondra
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 ::  Toplumsal Parşömen * :: ROLE PLAY SALONU :: Puanlama Merkezi-
Buraya geçin: